Welcome to Türk Kültürü ve Haci Bektas Veli Arastirma Merkezi
 
 

  Merkezimiz

· Genel
· Çalışanlar
· Kütüphane
· Etkinlik ve Faaliyetler
 

  Dergimiz

· Yayın Kurulu
· Yayın İlkeleri
· Çıkmış Sayıları
· Kadri Erogan Armağanı
 

  Sitemiz

· Ana Sayfa
· Arama
· Arsiv
· Baglantilar
· Destek
· Dosyalar
· En iyi 10
· Hesabiniz
· Icerik
· Istatistikler
· Konular
· Mesajlariniz
· Tavsiye Edin
· Yazi Ekle
 

  Diller

Site Lisanını Seçin

 

  Kimler var?

Şu an sitede, 46 ziyaretçi ve 0 üye bulunuyor.

Henüz üye değilseniz, Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
 

  Arama



 

  Bilgi

ADRES:

Gazi Üniversitesi Kampüsü Eski Lojmanlar No: 10-11  Teknikokullar/ANKARA   

Tel: 0 (312) 222 7016 - 212 64 70 /2346 (Kod 57)
 

 
  Giritli Divan Sairleri / Filiz KILIC / 275
Tarih: 15.04.2006 Saat: 19:21 Gönderen: yonetici
 
 
  Genel
GİRİTLİ DİVAN ŞAİRLERİ

Filiz KILIÇ*  

ÖZET

Girit Doğu Akdeniz’in en büyük adasıdır ve stratejik öneme sahiptir. Ada XVII. Yüzyılda Türkler tarafından fethedildi. Girit’te bu yüzyıldan itibaren tarikatların etkisiyle önemli bir kültür merkezi teşekkül etmiştir. Özellikle Kandiye ve Hanya’da yoğunlaşan bu kültür ortamında -şu anki tespitlerimize göre- 21 Divan şairi doğmuştur. Akdeniz’deki diğer Türk adalarıyla kıyaslandığında  en fazla şairin Girit’te yetişmiş olduğu görülecektir. Bu durum adadaki kültür ortamının canlılığını gösteren en iyi kanıttır.




ABSTRACT

Crete is the largest island in the Eastern Mediterranean Sea and it is strategically important. Crete was conquered in the XVII. century by Turks. Beginning from this century, an important cultural centre was established in Crete with the influence of dervish orders. This cultural atmosphere was especially influential in Kandiye and Hanya and as far as we could find, 21 divan poets were born there. Crete had the biggest number of poets when compared to the other Turkish islands in the Mediterranean Sea. This is the strongest proof that denotes the dynamism of the cultural life in the islands.

Anahtar Kelimeler: Akdeniz Adaları, Girit, Girit'in Kültür Tarihi, Divan Şairleri, Divan Şiiri

Key Words: Mediterranean Islands, Cerete, The Cultural History of Cerete, Poets of the Ottoman Classical School (Divan Poets), The Ottoman Classical School Poems (Divan Poems)

A. Giriş                                                                    

Osmanlı’da iki deniz kavramı vardır: Akdeniz ve Karadeniz. O devirde ikisine de iç deniz gibi değer verilirdi. Diğer denizler, okyanuslar ile âdeta sömürge denizlerdir. Osmanlı terminolojisinde Akdeniz de bugünkü manasında değildir. İstanbul Boğazı’ndan sonra, hemen Sarayburnu ile Üsküdar arasında Akdeniz başlamaktadır. Yani Marmara Denizi ile -o zaman Adalar Denizi denen - Ege Denizi de Akdeniz’dir. Bu geniş manada Akdeniz, Cumhuriyet yıllarına kadar kullanılmıştır (Öztuna, 1979: 13/129).

Akdeniz ve Karadeniz’de var olan ve idaresi altındaki dört büyük adaya Osmanlı çok önem verirdi. Bunlar Kırım, Mora, Kıbrıs ve Girit’tir. Rodos ve Malta bu dördüne nispetle ikinci derecede tutulmuşlardır. Sonra Eğriboz (Ağrıboz), Midilli, Sakız ve Cerbe adaları gelmiştir. Daha çok yarımada olan Kırım ve Mora da Osmanlı literatüründe ada sayılmıştır (Öztuna, 1979: 13/131).

Bu adaların stratejik önemi bir yana, buralarda oluşan edebî ortamlar bizim için son derece önemlidir. Tespitlerimize göre, sözkonusu Akdeniz adalarında doğmuş Divan şairi sayısı 70 kadardır[1]. Daha derinlemesine bir çalışmayla bu sayının artacağı muhakkaktır.

Bu makalede sadece Giritli şairler üzerinde durulacaktır.

Kandiyeli tüccarlardan A. Râşid Efendi, şiirinde kendi gözündeki Girit’i anlatır. [2]Şair vatanını yani  Girit’i o kadar çok beğenir ve sever ki Nedim gibi söylemeden edemez:

                        En ufak bir taşını bin yere tercîh eylemem

                        Bî-bahâ gevherlerin kân-ı kühânıdır Girid

Nedim beytinde[3] İstanbul’un bir taşı için bütün Acem mülkünü feda ederken Râşid, adasının ufacık bir taşını bin ayrı yere değişmez.

Paha biçilmez cevherlerin kaynağı olan Girit, Râşid’in “cism ü cân”ının da sığınağıdır ve adasının ufacık bir kölesi olmak onun için en büyük devlettir:

Bende-i ednâsı olmak devleti besdir bana

                        Râşidin kehfü’l-emân-ı cism ü cânıdır Girid

Şiirin tamamında Girit, şah-beyit, güneş, Kur’ân’ın ilk suresi olan Fatiha, Hz.Meryem, irfan ve mana kaynağı, Behzad ve Manî’nin ilham kaynağı, İskender’in seddi, cennet, bitmeyen bahar, renkli, süslü bir bahçe, kâinatın dilinde olan misli görülmemiş bir dilber, Hakk’ın armağanı, can ve vücudun sığınağı olarak tasvir edilir. Adanın dağları ise, Tûbâ ağacı gibi başlarını göğe uzatır dururlar.

Şair gözüyle Girit âdeta bir cennettir. Ya gerçek Girit? Girit 8.379km2 büyüklüğüyle hemen hemen Kıbrıs kadar bir adadır. Anadolu’nun güneybatı ucunda Akdeniz’le Ege’nin birleştiği yerde yer alır. Girit, Osmanlı’nın en son fethettiği adalardan biridir. Sultan İbrahim devrinde Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa bugün Girit’in merkezi konumunda olan Hanya kalesini fethetti (1645). Ada Venedikli’lerle yıllarca süren mücadele sonucunda 1669’da tamamen Osmanlı’nın eline geçti. 1913’te Yunanistan’a verilene kadar merkezi Kandiye olan imtiyazlı bir eyalet olarak kaldı (Tukin, 4/ 791-804).

Girit, Mısır-İstanbul yolu üzerinde yer alan önemli bir limandı. Fetihten sonra Anadolu’dan nüfus nakilleri yapılarak, Hristiyan nüfusla bir denge sağlanmaya çalışılmıştır. Zamanla adada Müslüman nüfus hızlı bir gelişme göstermiş, buna paralel olarak belli başlı şehir ve kasabalarda bir çok cami, mescit, tekke vb. hayır eserleri yaptırılmıştır. Bunlar ağırlıklı olarak o dönemde birer sancak olan Kandiye, Hanya ve Resmo’da toplanmıştır. Evliya Çelebi’ye göre, fetihten sonra Kandiye’de 9 medrese, 9 mektep, 17 tekke yapıldı. Tekkelerin üçü Bektaşî dergahıdır. Diğerleri Halvetî, Celvetî, Uşşakî, Bayramî tarikatlerine ve başkalarına aittir (Öztuna, 1979: 13/160).         

Yeni bir düşünce, hayat anlayışı ve medeniyet getiren İslâmî öğreti, anlaşılması, anlatılması ve yeniden yorumlanması için ilk dönemlerden itibaren camilerin yanında ve onlarla iç içe eğitim-öğretim merkezleri teşekkül ettirmiştir. Daha sonra medrese adını alacak olan bu kuruluşlar, yine daha sonra teşekkül edecek olan tekkelerle birlikte şehirlerin kültürel alt yapılarını oluşturan başlıca kurumlardır. Şehir, coğrafî konumunun kendisine sağladığı olumlu imkânlar, ya da bağlı olduğu uygarlığın kendisine olan ihtiyacı doğrultusunda siyasî ve ekonomik açıdan gelişip serpilirken sözü edilen bu kültürel kurumları da tesis eder. İşte çeşitli Müslüman uygarlıklarda gördüğümüz bu uygulamaları büyük benzerliklerle Osmanlı şehirlerinde de görüyoruz. Şunu hemen eklemek gerekir ki, kültürel gelişmeler, siyasî gelişmeleri belli mesafelerden takip eder. Siyasî anlamda şehir ne kadar gelişirse bir süre sonra aynı oranda kültürel gelişme de tabiî bir sonuç olarak kendini gösterir (İsen, 1997: 78-79)[4]. Bu noktadan hareketle Girit’e baktığımızda burada da farklı bir durumun söz konusu olmadığını görüyoruz. Fetihten kısa bir süre sonra ard arda şairler yetişmiştir.            

Osmanlı şehirlerinde cami, medrese ve tekkelerin Osmanlı kültürünün alt yapısını oluşturduğunu söylemiştik. Girit’in üç büyük sancağı olan Kandiye, Hanya ve Resmo’da da Bektaşî tekkelerinin[5] ve daha sonraki devirlerde tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi Mevlevî tekkelerinin gücü hissedilir. Girit’teki kültürel ve edebî ortamı da bu tarikatların büyük ölçüde şekillendirdiğini söylemek yanlış olmaz.

Girit fethedildiği günden beri siyasî ve sosyal hayatımızda olduğu gibi edebî hayatımızda da önemli bir yere sahip olmuştur. Bu bakımdan onu bir şiir adası olarak değerlendirmek mümkündür. Bir Türk adası olarak kaldığı yıllar içinde Girit’te 21 şair doğmuştur[6]. Belirleyebildiğimiz kadarıyla, söz konusu şairlerin  bir kısmı öğrenimlerini Girit’te tamamladıktan sonra çeşitli görevlerle İstanbul’a ya da Anadolu’nun diğer bölgelerine gitmişlerdir. Bu şairlerin dokuzu Kandiye, altısı Hanya, biri Resmo’da doğmuştur. Altısının doğduğu şehir belli değildir.

Şairlerin bazılarının mürettep divanları ya da divançeleri bulunmaktadır ki, hayatları hakkında bilgi verilirken bunlar üzerinde durulmuştur. Makalemize örnek metin olarak aldığımız şiirlere bakarak, sözkonusu şairlerin birinci sınıf denebilecek ölçüde başarılı olmadıklarını söylemek mümkündür. Ancak, başarılı şiirler ya da beyitler yok değildir.

B. Giritli Divan Şairleri[7]

 Ahmed Hikmetî Efendi: (?-1140/1727). Bî-namaz Ahmed Efendi diye tanınmıştır. Hanya’da doğdu. Üveysiyye tarikatına intisap etti ve kendi halinde mütevazi bir ömür sürdü.  Nahifî (ö.1169/1755) ölümüne şu tarihi düşürmüştür:

                        Meclis-i gülsitân-ı adne açdı rûhı bâl ü per

Ârifâne ve âşıkâne şiirler yazmıştır. Gaybî ilimlerle ve özellikle cifr ile meşgul olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. Şiirine örnek olarak aldığımız na’tının mahlas beytinde bu özelliğini açıkca zikretmiştir. Hikmetî’nin cifre, en gizli ilimlere malik olmasının sebebi Hz. Muhammed’in onu gözeten lutfudur:

Anın lutf-ı nigâhı olmasaydı Hikmetî sende

Nice mâlik olurdun sırr-ı cifre ilm-i ahfâya

Giritli Salacoğlu Mustafa,

Tîre-dil sanma beni mihr-i peyamber bendedir

                        Nutk-ı Zeyne’l-âbidîn âsâr-ı Ca’fer bendedir

matlalı gazeline tahmis yazmıştır.

                        Der-Na’t-ı Şerîf

                        Dal ey gavvâs-ı endîşe yine gel ka’r-ı deryâya

                        Me’ânî dürlerin diz rişte-i nazm-ı mukaffâya
                        Açıl gönül gibi ey dil değildir vakt-i hâmûşî

                        Bu dem bülbül gibi gel nağme-rîz ol verd-i ma’nâya
                        Mey-i aşk u muhabbetden meded bir câm sun sâkî

                        O şevk ile yazam bir arz-ı hâl ednâdan a’lâya

                        Ne a’lâ cümleden bâlâ kamudan alem ü emced

                        Ki hîç andan yakınlar yok Cenâb-ı Rabb-ı Mevlâ’ya

                        Resûl-i Hazret-i Gaffâr Habîb-i Hazret-i Settâr

                        Ki hvân-ı lutfı mebzûldur kamu a’lâ vü ednâya

                        Anınçün Âdeme tâli’-i esmâ eyledi Hâlik

                        Anın hüsn-i cemâlidir ki hâlet verdi Havvâ’ya

                        Anın Yûsuf cemâli kıldı çün şeydâ Züleyhâyı

                        Kamu mâl u menâlin sarf edip hem düşdi sahrâya

                        Anın mihriydi eden zerre zerre Tûr-ı Sînâ’yı

                        Anın şevki “erînî” lafzını söyletdi Mûsâ’ya
                        Hayât-ı Hızr’a bir katre lu’âbı bâ’is olmuşdur

                        Dem-i şîrîn-kelâmı zindelik verdi Mesîhâ’ya

                        Anın lutf-ı nigâhı olmasaydı Hikmetî sende

                        Nice mâlik olurdun sırr-ı cifre ilm-i ahfâya


                        Mukaddes rûhına Hak’dan salât ile selâm olsun

                        Meh ü hûrşîd ziyâ verdikçe şeb rûz rûy-ı dünyâya[8] (Sevgi, 1992-1993, 38-39; Kurnaz-Tatcı-Aydemir, 2000: 104-106).

Ahmed Bedrî Efendi: (?-1175/1761) Kandiye’de doğdu. Manzum ve mensur eserleri vardır.

                        Îdiyye

                        Merhabâ ey gurre-i garrâ-yı nûr-efşân-ı îd

                        Ey hilâl-ebrû-yı mâh-ı tal’at-ı rahşân-ı îd
                        Kâse-i billûr sahbâdır hilâl-i îdi gör

                        Rûzeyi aya sayar mı kûzeveş rindân-ı îd

                        Bülbülem bir gülgülî rengi çuka şeydâsıyam

                        Sîne uryân eylerem ahşama dek efgân-ı îd

                        Bedrî besdir söz hemân hatm-i kelâm eyle du’â

                        Çünki oldun mahfel-i irfânda ta’rîf-hân-ı îd  (Sevgi, 1992-1993, 42)

Lebîb Efendi: (?-1182/1768). Kandiye’de doğdu. Müfti Efendizâde diye tanınırdı. 1170/1756 senesinde sürgüne gönderildiği yerde zamanın meşhur şairi Tokatlı Kânî (?-1206/1791-92) ile tanışıp dost oldu. Aşağıdaki şiirinin makta beytinden anlaşıldığı kadarıyla Kânî’yi üstat olarak görmektedir. Genç yaşta vefat etmesine rağmen manzum ve mensur başarılı eserleri vardır.

                        Külâhın eyleyip işkeste zülfin nîm göstermiş

                        Çözüp bend-i miyânın âşıka teslîm göstermiş

                        Ne kâdir kıl kalemle ol büti tasvîr ide Behzâd

                        Anı ressâm-ı gerdûn ekmel-i tersîm göstermiş

                        İbâhet vasf iderken bi’l-bedâhe hatt-ı nev-hîzi

                        Mevâni’ sûretinde âyet-i tahrîm göstermiş

                        Hamîde zülfi içre hâl-i Hindûsın temâşâ kıl

                        Beyâz âbâdî-i rûyında şekl-i cîm göstermiş

                        Lebîbâ Zühre dem-sâz olsa şi’rimle aceb itme

                        Bana Kânî gibi üstâd-ı kül ta’lîm göstermiş (Sevgi, 1992-1993,43-44).

Ahmed Cezbî Efendi: (?-1196/1781). Kandiye’de doğdu. Rindane ve lâubalî yaratılışlı idi.

                        Na’t- Şerîf

                        Yeridir tâze zemîn tarh ide medhinle kalem

                        Münbit olmuş çün ezel ana leb-i cûy-ı kerem

                        Kîmyâdır remed-i hasrete zeyl-i nemedin

                        Mukle-i hûn-feşânımla ana münhasıram

                        Menhec-i Mustafavî bezm-geh-i zikrindir

                        Kim ola dâhil olur mest-i kerâmât-ı etem

                        Mâ’-i hayvân diyerek hâme-i Cezbî-i kesem

                        Olması âb-zede-i rûy-ı karâtîs-i rakam


                        Himmet-i bâb-ı sitâyiş dedigim çeşm-i dili

                        Tâ ki pür-nûr ola nüh-tâk-ı sipihr-i târem

                        Bir dür-i silsile-i nûr-ı sevâd-ı a’zam

                        Sellimû sallû alâ cûd-ı nebiyyü’l-ekrem (Sevgi, 1992-1993, 42-43).

Resmî: Resmî Ahmed Efendi (1133/1720 - 2 Şevval 1197/1782). Girit’te doğdu.   Sadrazam kethüdalığı ve Berlin sefirliği görevlerinde bulundu. Üsküdar’da medfundur. Kâmusü’l-a’lâm’da Resmî’nin vefat tarihi 1123/1712 olarak kaydedilmiştir, ancak bu tarih yanlıştır.

Melâhat mülkünün sultânısın âşûb-ı âlemsin

                        Seni cânâ felek kuyruklu bir ahter getirmişdir (Silahdarzâde, v. 32; Râmiz, 1994, 124; Mehmed Süreyya, 1308-1311, 2/380; Şemseddin Sâmî, 1996: 1/798).

Azîz: Aziz Ali Efendi (?-1213/ 1798). Girit’te doğdu. Girit defterdarı tahmisci Mehmed Efendi’nin oğludur. Babasının ölümünden sonra kendisine kalan malı mülkü harcayarak, ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Silahşoran-ı hassa[9] olarak İstanbul’da geçici olarak ikamet etti. Valide kethüdası[10] meşhur Giritli Yusuf Ağa’ya intisap ederek Sakız muhassılı (vergi tahsildarı) oldu. Belgrat’ta memurluk yaptı. Sonra 1798’de Berlin sefirliği görevine getirildi ve burada vefat etti. Berlin’de gömülüdür. Osmanlı Müellifleri’nin vefat tarihini 1123 göstermesi yanlıştır.

Farsça’yı çok iyi bilirdi. Farsça ve Türkçe şiirleri vardır. 1211/1796’de yazdığı “Muhayyelât” adındaki tarih ve ahlâka dair hayalî eseri 1268/1851’de basılmıştır. “Vâridât” adlı tasavvufî eserinin olduğu bilinmesine rağmen elimizde yoktur. Bu eserde intisap ettiği şeyhin Kerim İbrahim Efendi isminde bir zat olduğunu belirtir, ancak mensup olduğu tarikati açıklamaz. Zamanına göre Avrupalı âlimlerin sorularına cevap teşkil eden bir risalesi, 1290/1873’te neşredilen Sandık adlı bir dergide yayınlanan “Gülşen-i Sıhhat” adlı uzun bir makalesi vardır. Şiirleri mutasavvıfanedir. Mürettep Divanı Selim Ağa Ktp. Haşim Paşa kısmında, No: 6’da kayıtlıdır.

                        Bildim nedir aşk-ı Hudâ hayrân olalıdan ben bana

                        Gördüm Hudâ yüzün ıyân bürhân olaldan ben bana

                        Nazar-ı ehl-i dile sırr-ı Hudâ nakşı ıyân

                        Bilmez erbâb-ı basîret nedür esrâr-ı şehân[11] (Mehmet Tahir, 1972, 3/26; Mehmet Süreyya, 1308-1311, 3/468; İnal, 1970,1/40-41, Tuman, 2/2850).

İbrahim Hıfzî Efendi: Hanya’da doğdu. Burada sıbyan mektebi hocası iken ilerleyen yaşlarda birtakım kişilerin sözlerine kırılıp Kandiye’ye gitti. Altı yıl kadar burada kaldıktan sonra Hanya’ya geri döndü. 1213/1798 yılı Ramazanında vebaya yakalandı ve vefat etti.

Özellikle kasideleri ve Türkçe-Rumca mülemmaları çok başarılıdır. Mürettep divanı vardır (Sevgi, 1992-1993, 39).

Fehmî: Mustafa Mazlum Fehmî Paşa (1227/1812 -5 Zi’l-hicce 1278/1861) Kandiyeli attar Mollâ Osman Efendi’nin oğludur. Giritli meclis-i vâlâ azasından harir nazırı Ömer Lütfı Efendi’nin damadı ve dahiliye nazırı Memduh Paşa’nın babasıdır. Kandiye’de doğdu. İstanbul’a gelip öğrenim gördü. Anadolu’da ve Mısır’da çeşitli görevlerde bulunduktan sonra vezirlik payesini aldı. Eyüp’te Taşlıburun Tekkesi’nde gömülüdür. Şiirleri çeşitli mecmualarda kayıtlıdır.

Girdi hayâlüme o meh-i nev-civân bu şeb

                        Cism-i nezâre gelse ne var tâze cân bu şeb

                        Sûzân-ı hicri oldugumu duydu bu mehin

                        Yangın çağırdı sûziş ile pâsbân bu şeb

                        Bir nâzenîn o tıfl-ı sitem-hû ki aksine

                        Yan çizdi câme-hvâba girince hemân bu şeb

                        Ben dâstân-ı aşkı beyân eyledim velî

                        Meclisde mest-i nâz idi ol dil-sitân bu şeb

                        Meş’al-keş oldu semt-i dil-ârâya âh-ı dil

                        Vâdî-i aşka düşdü yolum nâ-gehân bu şeb

                        Gelmiş iken o mâh-ı felek bezm-i vuslata

                        Nâz etdi yatdı subha kadar el-amân bu şeb

                        Mehtâba Fehmî çıkdığını gördü o mehin

                        Encüm-nisârı reşk oluyor âsumân bu şeb (Mehmet Süreyya, 1308-1311, 3/ 499; Tuman, Tarihsiz: 2/3341; İnal, 1970: 1/382-383; İpekten, vd. 1988: 136).

Fehîm: İbrahim Fehim Bey (1228/1813-?). Hanya’da doğdu. Mısırlı Kûçek Mehmed Ali Paşa’nın kethüdalığı ve meclis-i vâlâ azalığı görevlerinde bulundu. Sultan Abdülmecid devrinde (1839-1961) vefat etti.

Togruluk olmasaydı râh-ı savâb

                        Eylemezdi sülûk ulü’l-elbâb

                        Lîk tenhâ tarîk oldugıçün

                        Nâdirâtdan olur iyâb u zihâb

                        Hak yolundan ayırmasın Mevlâ

                        Ne kadar halk iderse itsin ıtâb (Mehmet Süreyya, 1308-1311, 4/30; Tuman II/3356).

Yahyâ Kâmî Efendi: Evkâf katibi Molla Evliyâ Efendi’nin oğludur. Hanya’ya bağlı Suda kalesinde doğdu. 1202/1787’de Hanya’ya geldi ve tahsiline başladı. Sarf, nahv, maanî, hikmet, ferâiz, hey’et, beyân, zeyc, usturlab ve ilm-i hesab’ta mahir biri olarak yetişti. Ayrıca, sülüs, talik, nesih, divanî ve rik’a yazısında ustadır. Öğrenimini tamamladıktan sonra, 9 yıl Hanya’da gümrük katibi olarak görev yaptı. 1217/1802’de İstanbul’a geldi. Ne zaman vefat ettiği belli değildir.

                        Gazel

                        Görenler gerdenin ol âfetin kâfûrdur derler

                        Bakanlar sînesin âyîne-i billûrdur derler

                        Uzakdan seyr idenler der ki nâr-ı Tûr-ı behcetdir

                        Takarrüb eyleyenler tâb-ı rûyun nûrdur derler

                        Dem-i Îsâ gibi cân-bahş olur ünsiyyeti ammâ

                        O şâhın bilmeyenler ülfetin magrûrdur derler

                        Hemân ayyâşlıkla çıkmasın bir kimsenin nâmı

                        Görülse çeşmi hvâb-âlûd-ı gam mahmûrdur derler

                        Görüp âlem nükûd-ı eşk-i çeşmim vefretin Kâmî

                        Fakîr ü dil-harâbı zâhiren ma’mûrdur derler (Sevgi, 1992-1993: 46-47)

İzzet:  Ahmed İzzet Bey. ( 1228/ 1813-?). Türk lakabıyla meşhurdur. Girit valisi Osman Paşa’nın oğludur. Girit’te doğdu. İstanbul’a geldi, bir süre Erzincan’da bulundu. Erzurum’da asâkir-i redife (ikinci devre askerliğini yapanlar) binbaşılığı görevine getirildi ve Miralay oldu. Daha sonra Çıldır kazası kaymakamlığına atandı ve ardından Irak, Bağdat ve Cidde’de bazı üst düzey görevlerde bulundu. Vefat tarihi bulunamadı[12] .

Mustafa: Mazlum Mustafa Paşa. (?- Zilhicce 1278/1861). Osman Efendi’nin oğludur. Girit’te doğdu. Meclis-i vâlâ azasındandır. Eyüp’te Taşlıburun Tekkesi’nde gömülüdür. (Mehmet Süreyya, 1308-1311, 4/499; Tuman, 2/ 3991).

Sırrı Paşa: (1260/1844- 23 Cemaziülahir 1313/ 1895). Helvacızâde Sâlih Tursun Efendi’nin oğludur. Kandiye’de doğdu. Eğitimini Kandiye’de tamamladıktan sonra Hanya’ya gitti ve burada katiplik yaptı. Daha sonra Rumeli ve Anadolu’da aralarında Diyarbekir valiliği de olan üst düzey memurluklarda bulundu. Vezirliğe kadar yükseldi. Aydın vilayeti mektupçu yardımcılığı görevinde iken, İzmir valisi Hekim İsmail Paşa’nın küçük kızı şair ve musikişinas Leylâ Saz ile evlendi. Bu evlilikten dört çocukları olmuştur. Sultan Mahmûd Türbesi’nde gömülüdür. Hiddet ve şiddeti ile meşhur olduğunu bazı kaynaklar özellikle vurgulamaktadır. 

Nesirde nazma göre daha başarılıdır. Kendine has tarzda rik’a yazısı güzeldir. Basılmış eserlerinin (12 adet) büyük bir kısmı nesir olup dinî ve tasavvufî niteliktedir. Sırr-ı Kur’ân, Ahsenü’l-Kasas, Sırr-ı Furkan, Sırr-ı Tenzîl, Sırr-ı İstivâ adlı eserleri, İmam Fahreddîn-i Râzî’nin “Tefsîr-i kebîr”i esas kaynak alınarak Kur’ân-ı Kerîm’den çeşitli surelerin faydalı, kısa tercüme ve tefsirleridir. “Rü’yet-i Bârî Hakkında Risâle” Cenâb-ı Hakkı âhiret gününde görmenin mümkün olup olmadığına dair İlm-i Kelâm âlimleriyle Mu’tezile mezhebinin görüşlerinin özetidir. “Şerh-i Akâid ve Haşiyelerinin Tercümesi”, Nesefî’nin Akâid Şerhi, Allâme Taftazânî ile Hâşiyelerinden olan Isam-Siyelkûtî gibilerin eserlerinin tercümeleridir. “Nakdü’l-kelâm fi Akâidi’l-islâm ve Arâü’l-Milel” akâid ve kelam kitaplarıdır. Rûh: Ruh hakkında büyük İslam âlimleriyle bazı filozofların görüşlerini içerir. “Nûrü’l-Hudâ li-men ihtedâ” üçlü İlâh sisteminin batıllığına ve bugün mevcut İncillerin tahrif edilmiş olduğuna dair bir risaledir. Mektubât: Resmî ve özel mektuplarını içerir. Galâtât, İbn Kemâl’in “Galâtât” risalesine bazı maddelerin ilâvesinden meydana gelen bir eserdir. Vezir Münif Paşa’nın eseri değerlendiren bir takrizi vardır.  “Nümune-i Adalet” adlı bir eseri ve gazelleri de bulunmaktadır.

                        Gazel

                        Fidânsın nev-nihâl-i hüsn ü ânsın âfet-i cânsın

                        Gül âşık bülbül âşıkdır sana bir özge cânânsın

                        Gelip reftâra dünyâyı pür-âşûb eyledin gitdin

                        Yamansın bî-amânsın şûh-ı fettân şûr-ı devrânsın

                        Yerin vardır gönülde dîdede gerçi görünmezsin

                        Ayân içre nihânsın bir perî-zâd-ı melek-şânsın

                        Beni bezminde mahrûm-ı temâşâ-yı cemâl etme

                        Gönül pervâneveş şem’-i ruh-ı tâbânına yansın

                        Sabâ zülf-i perîşâna dokunsa ey perî şâne

                        Olur pür-şerha der hayfâ yine kâkül perîşânsın

                        Aceb hâr-ı elem mi etdi Sırrî gönlün âzürde

                        Niçin bülbül gibi subh u mesâ mu’tâd-ı efgânsın

Bir güzeli anlattığı bir başka şiiri:                      

Her birinde bir gönül bend eylemek mi maksadın

                        Halka halka pîç pîç olmuş o gîsûlar nedir

                        Doğru söyle ıtr-ı şâhîler mi sürdün başına

                        Sünbül-i zülfünde yâ ey gül bu hoş-bûlar nedir

                        Sihri gelsin senden öğrensin füsünkârân-ı dehr

                        Gamze-i fettânına nisbetle câdûlar nedir

                        Olmasaydın sen güneş yâ merkez-i âlem gibi

                        Dâ’im etrâfında seyr eden bu meh-rûlar nedir

                        Derd-i hicrânınla oldu şöyle çeşmim eşk-bâr

                        Kim ana nisbet akar sular nedir cûlar nedir

                        Sen demez miydin ki sensiz geşt-i gülşen eylemem

                        Elde gül ağzında mül başında şebbûlar nedir

                        Dergeh-i şevkinde Sırrî-i şikeste-hâtırın

                        Sevdiğim bak ettiği bu hâylar hûlar nedir  (Mehmet Tahir, 1972. 2/368-369; Mehmet Süreyya, 1308-1311, 3/15; Tuman, 1/1753;  İnal, 1970: 3, 1734-1738; Kurnaz, 2000: 133-159).

Mustafa: Salacıoğlu Şeyh Mustafâ Efendi. Salacızâde, Salacıdedeoğlu veya Salacıoğlu lakaplarıyla tanınır. Divanında yer alan gazellerinden birinde -ki bu gazel aşağıda örnek şiir olarak alınmıştır- Girit’in Hanya şehrinden olduğunu açıkça belirtir. Babası Şeyh Ahmed Efendi (ö. 1756) vefat ettiğinde henüz çocuk yaştadır. Bu sebeple, doğum tarihinin bu tarihten önce olduğu açıktır.

Osmanlı Müellifleri’nde 1220/1805 tarihinde vefat ettiği yazılıysa da divanında 1240/1825 senesini gösterir tarihler bulunduğundan bu rivayet doğru değildir. Bu durumda 1240/1825’ten sonra vefat etmiştir. Şair bir süre Girit dışında seyahat etmiştir. Ancak gittiği yerler hakkında bir bilgi bulunmamaktadır.

Gezerken böyle müstağrak işitdim bir sadâ nâ-gâh

                        Dedi bir er be hey bî-çâre tut pend-i hoş-elhânım

                        Eğer derdine dermân isterisen Üsküdâr’a var

                        Şitâb et hânkâh-ı Hâşim’e er dinle bürhânım

beyitlerinden seyahatlerinden sonra İstanbul’da Celvetî şeyhi Haşim Baba’dan el aldığını öğreniyoruz. Pîrinden başka şiirlerinde de söz eder. Daha sonra halifelik göreviyle Girit’e gönderilmiştir. Salacıoğlu, Girit’te sıkıntılı günler geçirmiştir.

Salacıoğlu’nun bilinen üç eseri vardır. Tamamı manzum ve aruzla yazılmış olan bu eserlerin birisi mürettep divan, diğer ikisi de tasavvufî mesnevidir. Mesneviler, arada bazı mensur bölümlerin bulunduğu, belli başlıklar altında tasavvufî konuları içeren iki küçük eserdir. Nâmiyye (Nâmînâme) manevî oğlu Nâmî’ye ithafen yazılan 363 beyitlik bir nasihatnamedir. Diğer mesnevi ise Halvetî azizlerinden Çıkrıkçı Şeyh lâkabıyla bilinen Kandiyeli Mustafa Efendi’nin kişiliği, ruhî hâli, mistik arayışları ve öldürülüşünü anlatan 157 beyitlik bir menakıbnamedir. 

Şiirlerinde tasavvufî hâl ve makamları yeni bazı kavramlarla işlemeye, orijinal teşbih ve mecazlarla anlatmaya çalışmıştır. Özellikle tarih manzumelerinde Girit’e dair belge niteliğinde şiirler de yazmıştır.

Salacıoğlu, XVIII-XIX. yüzyıllarda yetişen mutasavvıf şairler içinde önemli bir yere sahiptir. O, Hz. Peygambere ve ehl-i beyte gönülden bağlı melamet ehli ve kalender-meşrep bir sufidir. Bu meşrebi, Salacıoğlu’nun şiirlerini âşıkâne (lirik) bir eda ile kaleme almasının en önemli sebebi olarak görülmektedir. Ancak, zamandan şikayet ettiği şiirleri de mevcuttur.

Vahdet-i vücut görüşüne inanan Salacıoğlu, fikren ve mizacen İbn Arabî ekolüne; şiirlerindeki eda ve ifadesiyle Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî, Sezayî-i Gülşenî ve Üsküdarlı Haşim Baba’ya bağlı bir mutasavvıf şairdir. Divanı ve mesnevileri yayınlanmıştır.

Bir Nevrûziyye olan ve kendisine dair bilgiler de verdiği gazeli:

                        Girîdî Hanyavîyem ben Salacıoğlu’dur nâmım

                        Seyâhat ehliyem bir yerde yok temkîn ü ârâmım

                        Vücûdum Ka’besine bir erin avniyle yol buldum

                        Egerçi hacc-ı beyt etdim velî eskitdim ihrâmım

                        Şarâb-ı vahdetin yek cur’asın nûş eyledim bir dem

                        İçinde mest olup hâlâ o keyfiyyetle sersâmım

                        Kurulmuş bezm-i aşk câm-ı mahabbet devr eder bir bir

                        Demem gel iç bu demden sûfî yokdur sana ibrâmım

                        Ne tâ’at ne ibâdet kaldı oldum kâfir-i mutlak
                        O dostun aşkı yağma kıldı zühdüm dînim îmânım

                        Safâlar vaktidir arz-ı cemâl etdim dem-i nevrûz

                        Bi-hamdi’llâh irişdi izzet ü rif’atle bayrâmım ( Mehmet Tahir, 1972: 1/190; Tuman, Tarihsiz:  I2/3996, 4930;  Sevgi, 1992-1993: 36; Kurnaz-Tatcı-Aydemir, 2000).         

Muhtar: Ahmed Muhtar Efendi ( 1264/ 1847-17 Ramazan 1328/ 1910). Girit muhasebecisi Mustafa Kutbî Efendi’nin oğludur. Hanya’da doğdu. Öğrenimini Girit’te tamamladıkdan sonra burada memuriyete başladı. Daha sonra İstanbul’a geldi ve devletin üst kademelerinde görev aldı. Şeyhü’l-haremlik görevine kadar yükseldi. Merkez Efendi kabristanında gömülüdür.[13]

Sultan Abdülhamid’in teveccüh ve emniyetine mazhar olmuştur. Devletçe yaptırılan binalara tarih düşürmek onun işi idi. Arap Fars ve Türk edebiyatlarını iyi bilirdi. Şiirleri hakimane ve mutasavvıfanedir. İlimdeki kudreti şairliğinden üstündür. Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî Hazretlerinin eserlerinden çok etkilenmiştir.

Kâbil-i hamd-i Hudâvend-i ezel olmaz lisân

                        Nâm-ı pâk-i Mustafâdan olmadıkça dem-zenân

                        Allah Allah öyle bir nâm-ı mükerrem kim anın

                        Her mü’eyyed harfidir miftâh-ı genc-i “kün fe-kân”

                        Âşinâ-yı hikmet-i ser-beste-i esmâ olur

                        Eyleyen ol nâmdan der ki ferâyâ-yı nihân (İnal, 1970: 2/985-989; Tuman, Tarihsiz: I2/3893; Mehmet Tahir, 1972: 2/243).

İffet: Ali İffet Efendi (Muharrem 1286/ 1869- 1360/1941). Arabzâde Mustafa Es’ad Beg’in oğludur. Resmoda doğdu. Özel dersler alarak fıkıh, ferâiz ve mesnevi okudu. Bir müddet Girit’te memurluk yapktıktan sonra İstanbul’a geldi. Üsküp’te mahkeme başkatibi iken Meşrutiyet ilan edilince Envâr-ı Hürriyet adıyla bir gazete neşretti. Sonra İstanbul’a geri döndü ve çeşitli gazetelerde başyazarlık yaptı. Aralarında İzmir emniyet müfettişliğinin de bulunduğu emniyet teşkilatının çeşitli kademelerinde görev aldı. İzmir’de medfundur.

Pek çok şiiri varsa da bir araya toplanıp basılmamıştır.  Dördüncü mısraı mücevher[14] olmak üzere Tâhirü’l-mevlevî’nin vefatına söylediği tarih kıtası:

                        İki mısrâ düşürdü rıhlete

                        Kilk-i Tâhir olup da girye-künân

                        Sâl-i hicrî bin üçyüz altmış idi

                        Rûh-ı İffet behişti kıldı mekân

Fuzulî’yi taklit:

                        Küşte-i aşkın ki hâk-i makberinde yan yatur

                        Dâğ dâğ olmuş cesed şeklinde yekser kan yatur

                        Aşkdır sermâye-i derd-i derûn-ı şâirân

                        Cân u dilde tâ ezel ol derd-i bî-dermân yatur

                        Çok mudur olsa ziyâretgâh-ı hûbân merkadim

                        Çünki anda bir şehîd-i hançer-i müjgân yatur

                        Bahş eder âb-ı hayât-ı câvidân bûs-ı lebi

                        Zîr-i la’linde o şûhun çeşme-i hayvân yatur

                        Doldu nâr-ı dûzeh-i hicrân-ı cânânımla âh

                        Kalb-i pür-derdimde pek dehşetli bir volkan yatur

                        Rahm edip dün sevdiğim gösterdi rûy-ı iltifât

                        Şimdi kalbimde hezârân ravza-i rıdvân yatur

                        İffetin hoş gör Fuzûlî cür’et-i taklîdini

                        Aşk-ı lâhûtî gibi kalbinde bir arslan yatur (İnal, 1970: 2/684-685; Tuman, Tarihsiz: I2/ 2919).

Resmî: (?-1204/1789). Ali Resmî Efendi, Resmî Ali Baba, Ali Resmî-i Giridî, Resmî-i Giridî Ali Efendi, Resmî Baba Giridî Bektaşî, Giritli Resmî adlarıyla anılır. Resmo şehrinde doğdu. Şuara tezkirelerinde ve vefeyâta dair eserlerde hâl tercümesine dair kayıt ve bilgi yoktur. Alevî-Bektaşî şeyhlerinden Seyyid Ali Sultan’ın halifelerindendir. Tahsili hakkında bilgimiz yoktur. Ancak, eserlerinden hareketle Arapça ve Farsça bildiği, Türk edebiyatına hakim olduğu söylenebilir. Resmî Ali’nin Baba sıfatı Bektaşîlerde mürşidlik postunu temsil eder. Baba olmanın şartlarından biri müridlerinin eğitimi ile ilgilenmektir. Şiirlerinden hayatının tamamını Girit’te geçirmediği, seyahat ettiği anlaşılmaktadır. Uyûnü’l-Hidâye adlı eserinin arkasında kayıtlı olan bir bilgiye istinaden 1204’te vefat etmiş ve İstanbul’da Davud Paşa Mahallesi yakınlarındaki Örük/Erdik Baba Tekkesi’ne defnedilmiştir.[15]

Resmî’nin şiirlerinde Bektaşîliğe dair pek çok unsura rastlanır. O, tarikatına ve şeyhi Seyyid Ali Sultan’a gönülden bağlı, ehl-i beyte, on iki imama, bilhassa Hz. Ali’ye büyük muhabbet besleyen bir şairdir. Sade ve akıcı bir üslubu vardır. Resmî’nin Divan’ı dışında, müstensihi olduğu ve içinde şiirlerinin bulunduğu bir şiir mecmuası, Uyûnü’l-Hidâye adlı tasavvufî bir eseri ile Bektaşîlik Risalesi vardır.

Resmî’nin Kanunî’nin Hürrem Sultan için yazdığı bir gazeli hatırlatan şu gazeli divandaki az sayıda sevgiliye yazılan şiirlerdendir ve şairin Kanunî’nin şiirlerini okuduğunun göstergesidir. Şiirin tamamı 8 beyittir.

                        Meh-i bedrim semâ-kadrim münîrim mihr-i rahşânım

                        Sitârem tâli’im bahtım fürûgum mâh-ı tâbânım

Habibim hem-demim yârim gamınla mûnis-vârım
                        Müdâmım nuklüm ü câmım Cemim şem-i şebistânım

                        ...........

                        Figânım nâlişim zârım enînim işidip Resmî

                        Demiş ol yüzü gülzârım gazel-hânım hoş-elhânım

Hz. Ali’yi övdüğü, ona olan sevgisini dile getirdiği şiirlerinden biri:

                        Benim şâhım benim cânım Alî’dir

                        Gözüm ziyâsı imânım Alî’dir

                        Bana gösterdi râh-ı müstakîmi

                        İki âlemde sultânım Alî’dir

                        Muhammed şehr-i ilmim dedi el-hak

                        Ulûm-ı şehre derbânım Alî’dir

                        Benim mahbûbum Ahmed’dir dedi Hak

                        Dilâverlikde arslanım Alî’dir

                        Muhammed dü cihâna rehber oldı

                        İden irşâd cânânum Alî’dir

                        Kelâm-ı İncil ü Tevrat u Zebur hem

                        Rumûz-ı vahy-i Kur’ânım Alî’dir

                  

Not: 32. SAYI - Kis 2004
 
 
  Giriş

Üye Adı

Şifre

Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
 

  İlgili Bağlantılar

· Daha fazla Genel
· Haber gönderen yonetici


En çok okunan haber: Genel:
Uluslararasi 6. Turk Kulturu Kongresi Tanitimi

 

  Haber Puanlama

Ortalama Puan: 3.5
Toplam Oy: 2


Lütfen bu haberi puanlamak için bir saniyenizi ayırın:

Mükemmel
Çok İyi
İyi
İdare Eder
Kötü

 

  Seçenekler


 Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa

 

 
 
İlgili Konular

Genel
 
 


 
 
"Giris" | Hesap Oluştur | 0 yorum
Yorumlar yazarlarına aittir. İçeriklerinden biz sorumlu tutulamayız.
 
 


 
 
Anonim kullanıcı yorum yazamaz, lütfen kayıt olun
 
 


 
 
ADRES : Gazi Üniversitesi Kampüsü Eski Lojmanlar No: 10-11 Teknikokullar/ANKARA
Tel: 0 (312) 222 70 16 - 212 64 70 /2346 (Kod 57)

Sayfa Tasarımı ve Programlama: Arş. Gör. Tuncay BÜLBÜL - İsa SARI