Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İdlib meselesi dolardaki artışı bile geride bırakacak kadar önem kazandı ve gündemin ilk sırasına yerleşti…

        Etraftan günlerdir “İdlib işi de nereden çıktı? Şimdiye kadar İdlib’in ismini bile işitmemiştik, böyle bir yerin mevcudiyetinden haberdar değildik” dendiğini işitiyorum…

        Böyle diyenler aslında haklıdırlar, zira bizde “Suriye” dendiğinde senelerden buyana sadece Şam, Halep, Humus ve Lâzkiye gibi yerler hatırlanır; toprakaltı tarihî eser meraklıları Rakka’yı, arkeolojiden hoşlananlar da Palmira’yı bilirler ama Suriye’de sınırlarımızın hemen yanıbaşındaki diğer yerleşim merkezleri hatırlardan artık tamamen çıkmıştır.

        Bu bilmemenin temelinde imparatorluktan millî devlete geçiş döneminde geniş toprakların elden çıkması, sınırların daralması, dolayısı ile bir zamanlar bize ait olan yerlerin hafızalardan silinmesi vardır.

        Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Halep’e bağlı olan ve daha önce gündeme gelen El Bâb ile Münbiç kazâları gibi İdlib de işte hatırlamadığımız bu yerlerden biridir…

        Asırlar boyunca İstanbul’dan tayin edilen idarecilerin, bize ait olduğu son dönemlerde de yine İstanbul’daki Mülkiye Mektebi’nden mezun kaymakamların idare ettikleri İdlib hakkında arşivlerimizde yüzlerce belge vardır. O zamanlarda Halep’e bağlı bir ilçe olan bölgenin ismi kayıtlarda “İdlib” yahut “Edlib” diye geçer ve sözünü ettiğim belgeler İdlib’in asayişinden camileri ile tekkelerinin idaresine ve halkın gıda ihtiyacından ticaretine kadar hemen her konudadır.

        EN BÜYÜK ÜÇÜNCÜ VİLÂYET

        İdlib’in bağlı olduğu Halep, imparatorluk devrinde İstanbul ile Kahire’den sonra en büyük üçüncü vilâyet olduğu için her zaman gözününde idi ve Halep’in yanısıra bu vilâyete bağlı kasabalarda olup bitenleri de devlet gayet yakından takip ederdi. Bu alâkanın yanısıra bölgenin birçok yerinde ve İdlib’de de camilerin yanısıra hayır işleri için mekânlar da inşa edilmiş ve bütün bu müesseselerin denetimi de İstanbul’dan yapılmıştı.

        Meselâ, 17. asrın önde gelen entellektüellerinden ve devrinin en seçkin kitap kolleksiyoncularından olan kızlararağası Beşir Ağa, İdlib’de bir cami inşa ettirmişti…

        İdlib’de hayır işi yapanlar arasında yine 17. asırda yaşamış çok önemli bir devlet adamı daha vardı: Oldukça ileri yaşta sadrazamlığa getirilmesinden sonra aldığı tedbirlerle devleti dağılmaktan kurtarmış ve ailesi de önemli hizmetlerde bulunmuş olan Köprülü Mehmed Paşa…

        Köprülü Mehmed Paşa.

        Arnavutluk’un Berat Sancağı’na bağlı Ruznik Köyü’nde dünyaya gelen Köprülü Mehmed Paşa saray okulu Enderun’da yetişmiş, kethüdalıktan valiliğe kadar devletin çeşitli makamlarında bulunmuş, zamanla daha da yükselmiş ve devletin gayet fena bir vaziyette olduğu bir dönemde, 5 Eylül 1657’de Dördüncü Mehmed ile annesi Tarhan Sultan tarafından sadrazamlığa getirilmişti.

        Senelerdir devam eden birçok isyana son veren ve elden çıkan bazı toprakları da geri alan Köprülü, hayattan 31 Ekim 1661’de Edirne’de ayrıldı ve yerine oğlu Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa tâyin edildi.

        Köprülü Mehmed Paşa, devlete verdiği önemli hizmetlerin yanısıra çok sayıda hayır eseri de yaptırtmıştı. Bozcaada’da, Yanova’da, Rudnik’te, Turhal’da, Vezirköprü’de, Lefke’de, Antalya’da, Şam’da, Gümüşhacıköy’de, Bolu’da, Sapanca’da ve Balkanlar’da çok sayıda han, cami, mescid, mektep, çeşme, köprü ve değirmen yaptırtmış, buralara gelir getirmesi için yine bir hayli han, hamam, dükkân ve değirmen vakfetmiş, sahip olduğu birçok köy ile tarım arazisinin gelirini de hayır eserlerine bırakmıştı.

        Veziriazam Köprülü Mehmed Paşa'nın İdlib'deki vakıflarına ait bir muhasebe kaydı (Osmanlı Arşivi, C.EV/123-6123).

        Paşa’nın kurduğu ve böyle zengin gelirlere sahip vakıflardan biri de İdlib’de idi. Çevredeki zeytinliklerden elde edilen zeytinyağını kullanan ve bölgedeki en büyük sabun imlâlâthanelerinin de sahibi olan vakıf, uzun seneler İstanbul’un sabun ihtiyacının bir kısmını karşılamış, vakfın faaliyetlerinden elde edilen gelirler Mekke ve Medine’de fakirlere dağıtılmıştı.

        İşte, hemen burnumuzun dibinde olmasına rağmen, şimdilerde bazılarımıza uzak iklimlerde imiş gibi görünen İdlib’in bize ait olduğu günlerinden birkaç enstantane…

        Diğer Yazılar